Makedonya'dan Ortaasya'ya. Enver Paşa. I. cilt: 1860-1908

Şevket Süreyya Aydemir

 

İKİNCİ KISIM

 

Reval Mülakatı ve İhtilâle Varan Olaylar

 

Şartlar tamamlanıyordu. Artık, bardağı

taşıracak bir son damla lâzımdı. O da

gecikmedi. 8 haziran 1908’de İngiltere

ve Rusya hükümdarları, Reval’de

buluştular. Konu, Osmanlı devletinin

parçalanmağıydı. 1853’te II. Nikola’nın

İngiliz Sefirine teklif ettiği çözüm yolu,

yani Hasta Adam’ın mirasını bölüşmek

işi, tam 53 yıl sonra, artık sahneye

konacaktı.

 

Haber, Makedonya’daki subaylar

arasında bomba gibi patladı. Artık

onların da kendi bombalarını patlatmak

saati çalıyordu. 1908 Genç Türkler

ihtilâli, işte bu hava içinde gerçekleşti...

 

 

XVI

 

 

REVAL MÜLAKATINA VARAN OLAYLAR:

 

Osmanlı imparatorluğunun kaderinin, yalnız 1908 öncesinde değil, en az XIX. yüzyılın başlarından ve meselâ II. Mahmut zamanında bağlanan Hünkâr İskelesi Antlaşmasından (1833) bu yana artık yabancı devletlerin karar ve iradelerine bağlı kaldığını biliyoruz. Hele 1856 Paris ve 1878 Berlin Antlaşmalarından sonra imparatorluğun, artık yabancı devletler arasındaki anlaşmazlıklar, rekabetler yüzünden ayakta kalabildiği malumdur. Yani, imparatorluğun siyasî rotası, kendi irade ve menfaatlerinden ziyade, yabancı devletler arasındaki anlaşma ve anlaşmazlıklara göre istikametleniyordu. Bu konuda Makedonya ile ilgili gelişmeleri, daha önce özetledik. Ama Makedonya üstünde dıştan esen rüzgârlar; meselâ Morsteg Mülâkatı ve devletin, Makedonya’da bazı yabancı kontrol ve müdahaleleri kabul edişiyle bitmedi. 1908 ihtilâlini yatıştırmakla beraber, Makedonya’da çatışmalar, baskınlar, yangınlar da durmadan devam etti. Bunun günlük safahatını, Binbaşı Enver Beyin hatıralarından da izledik.

 

Bu iç çelişmelere paralel olarak yürüyen ve büyük Avrupa devletleri arasında sürüp giden, her davası, şu uğursuz Şark meselesinin bir safhası olan dış temasları ve görüşleri burada ayrmtılarıyle izlemek, hakikaten yorucu olur. Ama durum şudur ki, Makedonya’da sükûn yerleşmemiştir. Makedonya üstünde dış pazarlıklar son bulmamıştır. Ve bu dış pazarlıklar bir gün, zaten gecelerini uykusuz geçiren hükümetin karşısına, kesin ve önlenemez müdahale kararları çıkarabilir. Meselâ Reval Mülâkatı, böyle bir ihtimali, fiilen ortaya attı.

 

Reval Mülâkatı, imkânları bilhassa 1907 yılında gelişen siyasî oluşların bir neticesidir. Ve konusu şudur:

 

 

504

 

Türkiye ve bilhassa Makedonya meseleleri üstünde, Îngiliz-Rus anlaşması!., îşin önemi şöyle özetlenebilir:

 

Osmanlı devleti, XIX. yüzyıl başlarından beri siyasî varlığını, daha ziyade Îngiliz-Rus rekabetine dayandırıyordu. Meselâ 1853’te Rusya Çarı I. Nikola, İngiltere’ye, «Türkiye meselesini halledelim» diye teklif ettiği zaman İngiltere bu teklife yanaşsaydı, imparatorluğun varlığı, bütünlüğü, hakikaten tehlikeye düşerdi. Çünkü Avusturya’nın direniş ihtimaline rağmen bu Îngiliz-Rus kararlarını önlemek, her halde mümkün olmayacaktı. Halbuki 1908 Reval buluşmasının haberleri, îngiliz-Rus rekabetlerinin bir şekle bağlanarak, Osmanlı devleti üstünde, bir görüş birliğine varıldığı havasını yayıyordu. Osmanlı devleti için ise, bundan büyük bir tehlike olamazdı...

 

Bu yakınlaşmanın bir süreden beri gelişen safhaları vardır. Ve iki devlet arasında büyük dava, iki istikametlidir. Bunların biri, Rusya’nın Orta Asya’da yerleşmesi, genişlemesi, nihayet Hindistan yolunda Himalaya dağları ve Tibet eteklerine varışıdır. İkinci istikamet de, Rusya’nın göz diktiği Boğazlardır.

 

Gerçi Berlin Antlaşması, Rusya ile Boğazların arasına karadan Romanya’yı ve Bulgaristan’ı yerleştirmiştir. Gittikçe güçlenmek, genişlemek isteyen, Makedonya’da kanlı mücadelelere giren, sert bir hayatiyet gösteren Bulgaristan, Rusya tarafından da anlaşılmıştır ki, artık bir emir kulu olmayacaktır. Ama ne var ki, Rusya ile İstanbul ve Boğazlar arasında, Karadeniz yolu açıktır. Sultan Aziz’in II. Abdülhamit’e terkettiği üstün güçte Osmanlı donanması ise bu padişah zamanında çürütüldüğü için, Karadeniz’e Rus donanması hâkimdir. Fazla olarak da, Osmanlı donanmasının kızağa çekildiği Haliç’te tersanelerin körletildiği ve gemilerde talimlerin bile yasak edildiği 33 yıldan beri Rusya, Karadeniz sahilindeki Nikoloyef limanında, torpidolar, zırhlılar dahi inşa edebilecek tersaneler kurmuştur. Baltık tersanelerinde, dretnotlar yapılabilmektedir.

 

O halde İstanbul ve Boğazlar yolu, Rusya’ya kapalı sayılmaz. Elverir ki meselelerde, en büyük engel olan ve güçlü donanmasıyle icabında Boğazlarda ve İstanbul’da Rusya’nın

 

 

505

 

yolunu kesecek kudrette bulunan İngiltere ile, hiç olmazsa bazı meselelerde genel anlaşmalara varılabilsin. Makedonya'daki ıslahat tedbirlerinin yetersizliği, Makedonya'ya yerleştirilen yabancı memurlarla jandarma subaylarının esaslı neticeler alamamaları, böyle bir anlaşmaya pekâlâ vesile olabilirdi.

 

Bu noktadaki gelişmeleri canlandırabilmek için, şunu da belirtelim: 1905 Rus-Japon harbinde Rusya yenilmiştir. Ardından, Rusya'da 1905-1906 yıllarını kapsayan iç ihtilâller patlamıştır. Petersburg'ta Îşçi-Asker örgütlenmeleri bir aralık duruma hâkim olmuştur. Gene 1905'te, çarın sarayı önünde 5.000 kişinin ölümü ile sona eren cinsten toptan öldürmeler ve benzeri; haller, Rusya'yı zayıf düşürmüştür. Rus-Japon harbi sonundaki Portsmut Antlaşmasında İngiltere’nin bir nevi aracı gibi görünmesi ise Rusya'da, İngiltere’ye karşı bazı sempati duyguları uyandırmıştı. Anadolu-Bağdat demiryolu meselesinde Türkiye'nin Alman Kayzer'i ile yakınlaşması da, hem İngiltere'yi, hem Rusya'yı tedirgin etmekteydi. Şu halde ve harp sonrasının iç ve dış sarsıntılarından kurtulduktan sonra Rusya ile İngiltere pekâlâ anlaşabilirlerdi. Çünkü Sarıdeniz'de Rus donanmasını mahveden bir Japon filosu, İngiltere için de bir rakip sayılabilirdi. Hulâsa, güçlenen Japonya'ya, güçlenen Almanya'ya karşı, Rus-îngiliz yakınlaşması, her iki tarafa da mantıklı görünüyordu. O devre ait siyasî belgelerde, bu endişeleri, bu kayguları, bu eğilimleri belirten esaslı belirtiler vardır. Nitekim, 1905 Rus-Japon harbinden sonraki devre, Rus-îngiliz yakınlaşma ve anlaşmaları devresidir. Bu arada meselâ 1907' de ve Hint sınırları istikametindeki önemli anlaşmayı kaydedelim. Bu anlaşmaya göre, Hindistan istikametinde ve Himalayalar üzerinde, herhangi bir Rus-îngiliz karşılaşma ve çatışmasını önlemek için, Afganistan içinden Çin sınırına kadar uzanan bir dağlık bölge Afganistan'a terkedilmiştir. Yani, îngiliz ve Rus toprakları arasında, bir tampon bölge yaratılmıştır. Böylelikle, Hindistan yolu Rusya'ya kapatılmıştır.

 

Aynı suretle ve aynı yıl, İran'da da Rus-îngiliz nüfuz bölgeleri üzerinde bir anlaşmaya varılmıştır. Buna göre Kuzey İran Rusların, Güney İran da İngilizlerin nüfuz ve yerleşme bölgeleri olarak tanınmıştır.

 

 

506

 

Nitekim bunun üzerine Kuzey İran’a Albay Malakof un kumandasında Rus Kazak kuvvetleri girmiş ve İran, fiilen işgale başlanmıştır. Rusya, AvusturyaMacaristan ile de meselelerini halletmiş sayılabilirdi.

 

Aralarında ve Asya’daki çatışma bölgelerinde anlaşmalara varan Rusya ve İngiltere’nin artık, geriye kalan bölgelerde ve çn başta Osmanlı toprakları üzerinde de böyle anlaşma esaslarını bulmaları için artık zemin hazırlanmış oluyordu. İşte Reval Mülâkatı, bu hava içinde cereyan edecekti. Ve öyle de ol» du. Şimdi bu konuyu daha iyi değerlendirebilmek için, 1908 yılı başı ile bu imparatorlar buluşması arasındaki olaylara kısaca göz atalım:

 

— 1908 yılında ve hürriyetin ilânı öncesinde de Makedonya’da çete savaşlarının durmadığını kaydetmiştik. 1908 başından Hürriyetin ilân edildiği temmuz ayına kadar Makedonya’da, çok sayıda çete savaşları ve bir sıra siyasî cinayetler olur. Bunlarda, 130’u Müslüman ve 649’u Bulgar olmak üzere 1080 kişi ölür. Bu yekûndan 325’ inin, hatta kimler tarafından öldürülüğü bile bilinmez (1).

 

— Avusturya ile Bulgar, Sırp ve Yunan devletleri, İstanbul’a müracaat ederek, kendi menfaatlerine yarayacak bir sıra demiryolları imtiyazı isterler. Hükümet, yalnız Avusturya projesine muvafakat eder. Fakat bu da «Avusturya Selânik’e iniyor» diye, diğer devletleri kuşkulandırır.

 

— 1908’in ilk ayında Avusturya ve Rusya, Makedonya’da adlî ıslahat için müşterek bir proje hazırlayıp teklif ederler. Fakat bu, İngiltere’yi memnun etmez.

 

— 20.1.1908’de İngiltere kralı, parlamentodaki nutkunda, Makedonya ıslahatı işinin yeniden ve İngiltere’nin müessir iştiraki ile ele alınmasını ister. Ve o hava içindedir ki, Makedonya ve Türkiye meseleleri için de, Rusya ile İngiltere arasında bir yakınlaşma havası esmeye başlar.

 

 

(1) Hikmet Bayur: Türk İnkılâbı Tarihi. Cilt I. s. 211. Bir İngiliz raporuna göre.

 

 

507

 

— 2 mart 1908’de Rusya'da, Başvekil Stolpin’in başkanlığında yapılan özel toplantıda, Japonya ve Orta Asya işleri düzenlendiği ve içeride istikrar sağlandığı için, artık Batıya ve Balkan meselelerine dönülmesi kararlaştırılır. İngiltere ile yaklaşma meselesi, esaslı kararlar arasındadır.

 

— 3 martta İngiltere, Makedonya meselesini, bir genelgeyle ilgili devletlere bildirir. Başlıca esaslar şunlardır:

 

·       «Makedonya vilâyetleri için tek bir vali. Bu valinin maaşının ve emrinde çalışacak yabancıların maaşlarının, büyük devletlerce garanti edilmesi. Vali, padişah tarafından kolayca azledilemeyecektir.»

·       «Makedonya'da Osmanlı askerî birliklerinin azaltılması ve Makedonya bütçesinde, yabancı devletler garantisi.»

·       «Çete falaiyetleri hakkında, Sofya, Atina ve Belgrat’la müzakereler.»

 

— Bu İngiliz genelgesine 26 martta Rusya cevap verir ve bir değiştirici genelge teklif eder. Bilhassa Maliye Komisyonu ve malî kontrol üzerinde durur.

 

— İngiltere, Rus teklifini, İstanbul'a sormadan yürürlüğe girecek ve uygulanacak bir bütçe sistemi ileri sürerek kabul eder. Hulâsa İngiltere ve Rusya, beraber çalışmaya başlarlar.

 

Gerçi İngiltere’de, Almanya’nın güçlenmesine karşı, Rusya ve Türkiye’yi beraberce ele almayı destekleyen ve Türk dostluğunun korunmasını teklif eden askerî makamlar vardır. Ama bu görüş, yürümez.

 

İşte bu siyasî gelişmeler içinde, İngiltere Kralı VII. Edward ile Rusya Çarı II. Nikola, 9 haziran 1908’de, o zaman da Rus toprakları içinde bulunan Estonya’nın Reval (şimdi Tallin) şehrinde, Rus çarına ait bir yatta buluşurlar. İngiltere kralının yanında en yüksek askerî müşavirleri de vardır.

 

 

508

 

Tabiî Hariciye Nazırları da oradadırlar. O günlerde de Makedonya’da, çarpışmalar, baskınlar, yaygınlar, ölmeler, öldürmeler, tabiî devam ediyordu. Ve Osmanlı devletinin meseleleri hakkında, gene yabancılar karar vereceklerdi.

 

* * *

 

REVAL MÜLÂKATI VE YANKILARI:

 

Tarihte bu isimle anılan buluşma, bizim siyasî edebiyatımızda her vesileyle anılır. Ama bu buluşmanın kararları hakkında tam bir metin, hâlâ yayınlanmış değildir. Fakat 9-10 haziran 1908 gecesi, haberleri dünyaya yayılıp, Makedonya’da bomba gibi patlayan bu olay, Rumeli’de Genç Türkler ihtilâli için verilen bir işaret vazifesi gördü. Haberin dünya basınında yorumları ve muhtelif kararlar hakkında verilen bilgiler tabiî çeşitliydi. Ama iki imparator arasında alman bütün kararlar açıklanmamakla beraber, görüşmede Makedonya ve dolayısıyle Osmanlı imparatorluğu meselelerinin, ağırlık merkezi olarak ele alındığı biliniyordu. Makedonya’daki Türkler ve gizli ihtilâl cemiyeti azalan arasında bomba gibi patlayıp yayılan haber ise, sadece beş kelimelikti:

 

«— Reval’de, Türkiye'nin taksimine karar verildi!..»

 

Gerçi bu haber, pek de yersiz değildi. Ama Reval Mülâkatı’nın daha geniş maksatlar güttüğü de bilinmektedir. Esas mesele, karada ve denizde gittikçe güçlenen Almanya’ya karşı Îngiltere-Rusya arasında bir cephe birliği kurmaktı. Fransa bu cephe birliğine, tabiî olarak katılırdı. Çünkü onun da karada en büyük rakibi, gene bu güçlenen Almanya’ydı. AvusturyaMacaristan imparatorluğunun ise Almanya’ya yanaşacağı tabiîydi. Ve İtalya kendine, taraflardan birini seçmek zorunda kalacaktı. Yani, Avrupa’da iki ayrı ittifaklar cephesi kurulmasının gerçek temelleri, Reval’de atılıyordu. Nitekim olaylar, kısa zamanda gelişecek ve Birinci Dünya Harbinde birbirleriyle karşılaşan üçlü ittifaklar, yani bilinen terimleriyle, Üçlü İttifak (Almanya, Avusturya-Macaristan, İtalya) ve Üçlü İtilâf (İngiltere, Fransa, Rusya) böyle kurulacaktı. Ama tam harp belirirken İtalya, cephe değiştirecek ve yerini, üçlü ililâf yanında alacaktı.

 

 

509

 

Rusya Çan Nikola II.

(Reval mülakatında Çar Nikola I.’in hayalini gerçekleştirmek istiyor!)

 

 

510

 

Bu maksat gizlense de belliydi. Nitekim bu Reval konuşmasının ardından ve Petersburg’daki Alman elçisinin Alman hâriciyesine yazıp, imparator (Kayzer) Wilhelm’e sunulan bir raporun altına imparator, kendi el yazısıyle:

 

«Bu haydutlardan ne bekleyeceğimizi artık biliyoruz»

 

diye kayıt düşecek ve malî güçlenme ile, karada, denizde hızlı silâhlanma emirlerini verecektir. Burada değinilen «Haydutlar», Kayzer’e göre, İngiltere kralı ile, Rusya imparatorudur. Ve Kayzer, her ikisiyle de, soy bakımından akrabadır...

 

Ama Reval’de, diğer konular değil, Makedonya meselesi bütün işlerin temeliymiş gibi de gösterildi. Bizi ilgilendiren ve hele Makedonya’daki ihtilâlci subaylar arasında fırtınalar yaratan ve bir ay sonra da fiilen ihtilâl patlatan, işte bu yankılar oldu.

 

Reval buluşması bu cepheden alındığı zaman, bilinen şudur:

 

Yani, 9 haziran 1908 salı gününü 10 haziran 1908’e bağlayan çarşamba gecesi, 1908 İhtilâlini patlatan şartlar içinde, önemli bir tarihtir. Çünkü Reval toplantısının haberi dünyaya yayılınca anlaşıldı ki, aşağı yukarı bir yüzyıldan beri aralarındaki anlaşmazlık Osmanlı imparatorluğunun devamında büyük dayanak olan İngiltere ve Rusya, artık anlaşmaktadırlar. Onların anlaşmaları ise, Osmanlı imparatorluğu için, fena ve tehlikeli kararların alınması demektir. Yani, Hasta Adam’ m, artık mirası paylaşılmak üzeredir. Telâşta olan, yalnız Rumeli subayları değildir. Saray ve Abdülhami|; de telâş içindedirler. Padişah, sadrazamını Alman Sefirine gönderir. Ve Berlin’in ne düşündüğünü anlamaya çalışır. Ümit artık oradadır:

 

Reval’de alman kararlar neydi? Tam metnin açıklanmadığını kaydetmiştik. Rus İhtilâlinden sonra Sovyet hâriciyesinin açığa vurduğu gizli belgelerde de, metni bulamıyoruz. Ama şöyle bir formül ortada dolaşır:

 

— Osmanlı devletinin dünya için devamlı ve tehlikeli anlaşmazlık konusu olmaktan çıkarılarak, bazı bölgelerin, milletlerarası bir idareye verilmesi,

 

 

511

 

— Bu bölgelerden Irak’ın İngiltere, İstanbul ve Boğazların Rus nüfuz bölgeleri olarak, bu devletlere terki,

 

— Osmanlı devleti hakkında karar alınırken, Sark meselesiyle ilgili diğer devletlerin menfaatlerinin korunması,

 

— Osmanlı devletinin sınırları dahilinde, Türk ve Müslüman olmayan halkların, kendi kendilerini idare hakları üzerinde Rus ve îngilizlerin, devam ve ’sebat etmeleri...

 

Bu kararlar, eğer alınmışsa, elbette ki, Osmanlı imparatorluğunun taksimi demekti. İttihat ve Terakki derhal harekete geçti. Ve bu olay daha önce de değindiğimiz gibi, Rumeli1 de, ihtilâlin işareti oldu.

 

Bunu doğrulayan misaller olarak, Enver Beyle Niyazi Beylerin hatıralarındaki kayıtlar gösterilebilir. Bu arada ve Paris’ teki Terakki ve ittihat Cemiyeti’nin başında bulunan Ahmet Rıza Beyden de, şu hatırası nakledilir:

 

«Paris'te İttihat ve Terakki merkeziyle, Brüksel, Londra, Roma, Berlin ve Kahire’deki şubelerimize, aynı metni ihtiva eden ikazlar (uyarılar) aynı zamanda gelince, bizim meçhul dostlar tarafından uyanıklığa davet edildiğimiz ve tehlikenin fecaatlı mahiyetinin izah edilerek, ne pahasına olursa olsun, harekete geçmemiz telkin edildiği neticesine vardık. Bu metni derhal, Selânik, Manastır, tşkodra ve Yanya’daki gizli teşkilâtımıza ulaştırdık. Oradan gelen haberlerden hayretle öğrendik ki, aynı mahiyetteki ikaz, gerek mümessillerimize, gerek doğrudan doğruya ordudaki genç unsurlarla, mülkiye amirlerine de yapılmıştır.

 

Böylelikle, hadisenin üzerindeki mahremiyet (gizlilik) perdesi kalktığı gibi bizlere, memleketin diğer akşamı üzerinde de, ikaz ve intibah (uyarı) vazifemizi hatırlattı. Alınan bir kararla, padişaha, sadrazama, hariciye ve harbiye nezaretine açık telgraflarla, kararların,

 

 

512

 

devletin bekası için nasıl meşum bir tehlike teşkil ettiğini anlatmaya çalıştık.» (1).

 

Enver Bey de hatıratında şöyle yazar:

 

«Reval Mülakatı, hepimizi düşündürüyordu. Cemiyet, konsolosların hepsine bir beyanname verilmesine karar verdi. Bu, cemiyetin dışarıya karşı ilk fiilî teşebbüsüydü. Onlara, Makedonya'da çoğunlukta olan İslâm nüfusu bulunduğu, insaniyete hizmet etmek istiyorlarsa, Teşkilât-ı Esasîye’nin ıslahında (yani, Meşrutiyet rejimine geçebilmekte) bize yardım etmelerini istiyorduk.

 

Müsvedde, Selânik'te yazıldı. Paris'e gönderildi. Makineyle yazdırıldı. Beyannameyi Manastır'da, Capbolat'ın evinde cemiyet adına ben imzaladım. Genel merkez, Talât, Hafız Hakkı, Canbolat, Manyasîzade Refik, Erkânıharp Kaymakamı Cemal (sonra, Bahriye Nazırı Cemal Paşa) ve benden ibaretti. Manastır'da içtimalgr, Canbolat'ın evinde olurdu. Manastır'da şapirografla bir gazete de çıkarmaya başlandı. Cemiyete ilk Hıristiyan azaların alınmasına da vasıta oldum. Meselâ Basarya Efendi gibi (daha sonra, mebus)...»

 

Niyazi Beyin hatıralarında da Reval Mülâkatı’na değinilir:

 

Artık kuvvetimizi ve sabrın faziletini göstermek zamanı gelmişti. Bu arada cemiyet, haberleri gelen Reval Mülâkatı'ndan, vatan için doğması mümkün olan tehlikeleri önlemek için, Avrupa'ya karşı iyi niyetlerini aldığı kararlarla göstermeye mecbur oldu. Ve hazırladığı bir beyannameyi, Makedonya'nın muhtelif yerlerindeki konsolosları vasıtasıyle, büyük devletlere takdim etti...»

 

Enver Beyin bahsettiği bu beyannemeye, Niyazi Bey değinir. Niyazi Beyin hatıratında uzun bir beyannamenin bütün metni verilir. Ama tarih, Reval Mülâkatı'ndan daha önceki bir tarihe rastlar. Altında, «Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti, Manastır Merkez Heyeti» imzası vardır.

 

 

(1) Her tarafta bu haberleri yayan kaynak, hâlâ bilinmez.

 

 

513

 

Diğer karışık nokta şudur: Niyazi Beyin hatıratında Manastır Merkez Heyeti ola* rak isimleri ve grup resimleri verilenler şunlardır:

 

Süvari On Dördüncü Alay Kumandanı Kaymakam (Yarbay) Sadık Bey (1), Avcı Taburu Binbaşısı Erkânıharp Remzi Bey, Mümtaz Yüzbaşı Habip Bey (daha sonra mebus), Topçu Mülâzımıevveli (Üsteğmeni) Yusuf Ziya Bey, Piyade Mülâzımıevveli (Tevfik Bey), Vilâyet Tercümanı Fahri Bey... O sıralarda Manastır’da çalışan ve Hürriyetin ilânı beyannamesini ilk önce Manastır’da okuyacak olan Erkânıharp Binbaşısı Vehip Bey (Vehip Paşa) bu heyetle özel temas halindedir.

 

Yukardaki isimler, Enver Beyin verdiği ve içlerinde Talât Beyin de bulunduğu merkez heyeti isimleriyle de uymaz. Bu çelişme, Enver Beyin verdiği isimlerin, Manastır değil, Selânik Merkez Heyeti ve Niyazi Beyin verdiği isimlerin de. Manastır Merkez Heyeti olması ile izah edilebilir. Zaten 1908 temmuz ihtilâlinden sonraki gelişmeleri bu kitabın ikinci cildinde izlerken göreceğiz ki, bu heyetler arasında sıkı ve dostça münasebetler, pek de sürekli olmamıştır. Ama, Hürriyetin ilânı safhalarında Manastır Merkez Heyetinin de, muntazam, disiplinli ve şuurlu çalışan bir ihtilâl merkezi olduğunu belirtmek yerinde olur. Enver Bey işte bu safhada, Selânik Merkez Heyetinin aktif üyesi bulunuyordu. Bu noktaları işaret ettikten sonra ve Hürriyetin ilânının hikâyesini vermeden önce, Niyazi Beyin, hatıratında bütün metnini verdiği uzun beyanname üzerinde kısaca durmalıyız. Çünkü bu beyannameden, Reval Mülâkatı günlerinde Makedonya’da ve Osmanlı subaylarıyle onları örgütleyen Osmanlı İttihat ve Terakki merkezlerindeki görüşler, imparatorluğun durumu ve Avrupalıların Makedonya meselesini ele alışları üzerinde geniş ve açık fikirler edinmek mümkündür. Ama, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Manastır Merkez Heyetinin kullandığı bu cemiyet ismi,

 

 

(1) Miralay Sadık Bey (Albay), Hürriyetin ilânından kısa bir süre sonra muhalefete geçti. Ayrı partilere katıldı. İttihat ve Terakki’nin karşısına çıkan «Hürriyet ve İtilâf» Partisinin de kurucularından biri, hatta bir ara başkam o oldu. Ruh âlemi biraz karışık, derviş mizaçlı ve mistik bir insan olarak görünür.

 

 

514

 

daha aşağıda ve klişesini vereceğimiz orijinal belgeden de anlaşılacağı gibi, Selânik Merkez Heyetinin kullandığı «Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti» ismine uymaz. Fakat örgütlerin aynı olması gerekir. Bu durumu biraz açıklayalım:

 

İlgili bahislerde verdiğimiz bilgilerle de anlaşıldığı gibi, «Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti» ismi, 1899’da İstanbul’ da kurulan «İttihad-ı Osmanî Cemiyeti» ile, Paris’te Ahmet Rıza Beyin kurduğu merkezin birleşmeleri sırasında kabul edilen isimdir. Fakat 1902’de Paris’te, toplanan Genç Türkler Kongresinden spnra Prens Sabahattin grubuyle de bir birleşme sağlanamayınca, Ahmet Rıza Bey grubu da parçalanır. Ahmet Rıza Bey, kendisine karşı cephe alanların da etkisiyle, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni fesheder. Cemiyetin adındaki kelimelere yer değiştirerek, teşkilâta, «Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti» adını verir. 1906’da ve Talât Beyin gayretiyle Selânik’te kurulan teşkilâtın ise «Osmanlı Hürriyet Cemiyeti» ismini aldığını biliyoruz. Fakat eylül 1907’de ve Hoca Mehmet Efendi isim ve kıyafetiyle Paris’ten Selânik’e gelen Dr. Nazım’la yapılan müzakerelerden sonra cemiyet, Paris teşekkülü ile işbirliği durumuna girer. Ve «Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti» ismini alır. Nitekim Hürriyetin ilânı günü cemiyetin, Selânik Merkez Heyetinin kullandığı isim budur. Aynı günlerde Manastır Merkez Heyeti ise, hâlâ «Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti» adım kullanır. Enver Bey hatıratında, Dr. Nazım’ın Selânik’e gelişini ve onunla karşılaşmalarını anlatmıştır. Nitekim daha aşağıda göreceğiz ki, Binbaşı Enver Bey de, Hürriyetin ilânından üç gün önce ve bulunduğu çevreye kendi el yazısı ve mührü ile yaydığı beyannamelerde «Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin, Rumeli Teşkilât-ı Dahiliye ve Kuvve-i İcraiye Müfettiş-i Umumisi ve Osmanlı Ordusu Erkânı Harbiye Binbaşısı» tabirlerini kullanır. Hulâsa ihtilâlden önce birbirine karıştırılarak kullanılmakla beraber, İttihat ve Terakki Cemiyeti ismi, asıl ihtilâlden sonra ve cemiyetin ilk kongresinde resmen benimsenir...

 

Teşkilâttaki isim çelişmeleri üzerindeki bu açıklamadan sonra ve ihtilâlin ilânı günlerine girmeden önce,

 

 

515

 

Niyazi Beyin hatıratında yer alan daha yukarda değindiğimiz uzun beyannameyi ana hatlarıyle özetlemeliyiz...

 

* * *

 

NASIL GÜRÜYOKLARDI VE NE İSTİYORLARDI?

 

Manastır Merkez Heyetinin, Rusya’dan başka büyük devletlerin ilgili makamlarına sunulmak üzere Manastır’da yabancı konsoloslara verdiği beyanname, sadece mayıs 1324 (mayıs 1908) tarihini taşır. Gün belirtilmemiştir. Belki de, 9-10 haziran 1908’de Reval’de yapılan iki imparator konuşma kararlarından öncedir. Eğer böyleyse, önemi daha büyüktür. Çünkü Reval Mülâkatı’nın uyandırdığı heyecandan önceki ayda da, Makedonya’daki Osmanlı ihtilâlcileri arasında görüş ve kanaatleri aksettirir. Yani, ihtilâle hazırlanan bir îttihat ve Terakki (yahut, Terakki ve îttihat) örgütünün, gidişatı nasıl gördüğünü ve neler istediğini bize aksettirir. Cemiyet bu belgeye (lâyiha) adını verir (1).

 

Manastır Merkez Heyetinin lâyihası, 10 büyük sayfadan daha fazla tutar: Burada bütün şartlar ve görüşler, gene bütün cepheleriyle ve açıkça ele alınmıştır. Bu lâyihanın Rus Konsolosluğuna verilmemiş olmasının sebepleri anlaşılabilir. Çünkü Rusya, Makedonya’da, bütün fenalıkların asıl tahrikçisi sayılıyordu. Ve Genç Türkler Rusya’ya hakikaten kırgındılar. Nitekim daha önce verdiğimiz yazılarda ve Enver Beyin, Manastır’da nöbetçiye hakaret eden bir Rus konsolosunun öldürülmesi safhasını anlatan hatıralarında da, bu kırgınlık, açık olarak görülür.

 

Ama biz, asıl şu soru üzerinde durabiliriz:

 

— O günlerde îttihat ve Terakki ihtilâlcileri, durumu nasıl görüyorlardı ve neler istiyorlardı?

 

 

(1) Lâyiha, Osmanlıcada bir esas fikir veya teklifi, etrafıyle derlemek, toplamak, izah etmek üzere hazırlanıp, bir resmî makama sunulan önemli yazılara verilen isimdir. Meselâ Ahmet Rıza Beyin Paris’ten, Sultan II. Hamit’e gönderdiği ve onu Meşrutiyetin ilâmna sevketmeye çalışan mektupları «lâyiha» olarak kaydedilir.

 

 

516

 

Lâyihaya dayanarak, bu sorunun cevaplarını bugünkü dil» le öyle özetleyebiliriz:

 

«Bizi bu lâyihayı takdime sevkeden, evvelâ üzerinde durduğumuz toprağımıza olan aşkımız ve onun mutluluğuna hizmet kaygumuzdur. Sonra da içinde bulunulan hakikî hastalığı göstererek, buna çare arayanlara yardım etmektir.

 

Avrupa'nın, Makedonya'daki son dört yıllık ıslahat tecrübeleri, hiç bir olumlu sonuç vermemiştir. Büyük devletler de bunu itiraf ediyorlar. Ama, gene faydasız kalacağına inandığımız yeni tedbirler peşinde koşuyorlar.

 

Cemiyetimiz ise, faydasından ziyade zararı dokunacak olan müdahalelerle değil, İslâm ve Hıristiyan bütün vatandaşların elbirliğiyle ve bunların, kendi vatanlarım yabancı müdahalelerden koruyarak, hepsinin siy ad ve şahsî hürriyetini, şimdiki idarenin istibdadından, zulmünden kurtarmak davasındadır. Bunun için kurulmuştur. Bu beyanlarımızda, ne dinî, ne millî bir taassup yoktur.

 

Avrupa, muhtar veya müstakil bir Makedonya yaratmak istiyor. Halbuki Makedonya, Osmanlı devletinden ayrılamaz. Avrupa'nın Makedonya diye ayırmak istediği üç vilâyetin talihi, devletin diğer 27 vilâyetinin talihinden ayrı olamaz. Makedonya'ya ait olmak üzere alman tedbirlerin hepsi, birer ölü doğmuş çocuk gibidir.

 

Hulâsa Avrupa ıslahat diye direnmekle, büyük hata içindedir. Eğer ortada bir fenalık varsa, o fenalık, yalnız Makedonya'da değil, bugünkü hükümetin idare usulündedir. Ve bundan yalnız Makedonya değil, bütün Asya ve Afrika'daki Osmanlı vilâyetleri de muztariptir. Yalnız Makedonya Hıristiyanları değil, Türk, Arap, Arnavut, Çerkeş, Kürt, Ermeni, Yahudi... hulâsa bütün Osmanlı halkları muztariptir. Bütün bu halklar, Rumeli'deki Bulgar, Rum, Ulah, Sırp ve saire ile beraber, aynı boyundurukta inliyorlar. Aynı zalim idare, hepimizi eziyor. Çekilen ıstıraplarda hepimiz müşterekiz.

 

 

517

 

Müdahale ve ıslahat denilen şeyler ise, Makedonya Hıristiyanlarına Avrupa'nın zararlı bir hediyesidir...»

 

İttihat ve Terakki Manastır Merkez Heyetinin lâyihasında durum bu şekilde tasvir olunur. Sonra isteklere geçilir. Evvelâ Avrupa büyük devletlerinden, Rusya'nın Makedonya işlerine müdahalesinin önlenmesi istenir. Çünkü Rusya'nın gayesi, Makedonya halklarını kurtarmak değil, İslavist bir gaye ile, Balkan yarımadasını bir İslav, daha doğrusu Rus eyaleti haline getirmek ve İstanbul'u zaptetmektir.

 

Cemiyet, bu nokta üzerinde durur. Ve Rus-Türk mücadelelerinin sonu gelmez hikâyesine değinir. Cemiyete göre, Balkanlardaki bütün tahrikler, Rusya’dan gelmektedir. Sonra bu işlerle ilgili diğer devletlerin de, Makedonya'daki karışıklıkların ortadan kaldırılmasında samimî olarak istekli olmadıkları balirtilir. Hulâsa cemiyet şunları ister:

 

«Avrupa devletleri, Makedonya'ya müdahale işlerinden vazgeçmelidir. Avrupalılar Makedonyalıları tahrikten vazgeçerlerse, Makedonya halkları kendi aralarında daha iyi anlaşarak, kendi işlerini elhirliğiyle kendileri düzeltebileceklerdir. Yani, her şeyden evvel, millet ve ırk farkı gözetilmeksizin, hepsini ezen Abdülhamit istibdadını elbirliğiyle yıkacaklardır. Sonra ülkeye daha adaletti bir hayat nizamını, kendileri getireceklerdir. Hulâsa, gerek Makedonya'da, gerek Osmanlı ülkesinin diğer kısımlarında, cins ve mezhep farkı gözetilmeksizin bütün Osmanlılar, kurulacak Meşrutiyet idaresi altında, kardeş olarak yaşamaya devam edebileceklerdir. İşte cemiyetin programı budur. Mevcut istibdat idaresini devirip, kendi ülkelerinin nizamını hürriyet ve müsavat esasında kurmaktır. Ne Müslüman vardır, ne de Hıristiyan! Yalnız Osmanlı vardır!..»

 

Cemiyetin lâyihası, böyle özetlenebilir. Burada cemiyetin görüş ve isteklerini özetlemekle yetineceğiz. Bu görüşlerin, çağın gerçekleriyle kaynaşmayan tarafları aşikârdır. İdarenin kötülüğü ve bu idareden, bütün Osmanlı halklarının hepsinin de ıstırap çektiği,

 

 

518

 

elbette ki doğrudur. Hatta bu ıstırabın asıl ağır yükünü, güya hâkim unsur olan Türklerin çektiği de bir gerçektir. Ama bu gerçek, lâyihanın tümüne hâkim olan safiyah£, yani realitelerle bağdaşmayan ve çağın akışının gerisinde kalan görüş ve inanışların zaafını da, ortadan kaldırmaz. Hele İktisadî görüşsüzlük, tamdır. Çünkü Osmanlı devletinin kendi idaresi altında tutmak istediği halkların yaşadığı topraklara, hiç bir İktisadî cihazlanma ve yatırım getirecek güçte değildi. Osmanlı hükümetinin, hiç bir İktisadî kalkınma planı da yoktu. Bunun için kaynaklarının en mühimleri de, yabancılara tapulanmıştı. Kapitülasyonlar, her türlü millî yatırım imkânını zincirliyordu. Hulâsa bütün Osmanlı ülkesi, tam bir gerilik ve sefalet iştiraki içindeydi.

 

Evet, bir şeyler değişmeliydi. Ama bu değişecek şeyler hakkında, yukardaki lâyihadan da anlaşılacağı gibi, onu değiştirmek mücadelesi içinde olanlar, tam ve açık bir görüş sahibi değildiler. Rumeli’deki gizli teşkilâtın, bu lâyihada beliren görüş ve dilekleriyle, esaslı hiç bir düğüm çözümlenmeyecekti. Yurt dışındaki örgütlerin ise, aktif bir hareket güçleri yoktu.

 

Ama ne olacaksa, gene Rumeli’de olacaktır. Olacak şeyleri de, gene askerler başaracaktır. Elverir ki bunların içinde bazıları, bayraklarını açsınlar. Ve dağların yolunu tutsunlar. Rumeli ordusunun kadrosu içinde ise, böyle subaylar vardır. Ve ihtilâl artık çanlarını çalmaktadır. Bu dağ yolcuları Selânik’te, Manastır’da, Resne’de, Ohri’de ve diğer yerlerde artık silâhlarını kuşanırlar. Ve eldeki kayıtlar onu gösteriyor ki, ilk yola çıkan, Binbaşı Enver Beydir: 12 haziran perşembe gecesi, Enver Bey, Selânik’i Vardar kapısından terkeder (1). 15 haziran 1908’de ise Resne’de Kolağası Niyazi Bey, 150 kişiye varan silâhlıları ile dağ yolunu tutacak, onu da diğerleri takip edecektir, isyan, daha doğrusu ihtilâl artık başlamıştır...

 

 

(1) Bugünkü takvime uymak için, yukardaki tarihlere 13 gün ilâve etmek icabeder.

 

[Previous] [Next]

[Back to Index]